Zombi oyunları, ilk var olduklarından bu yana çeşitli alt türlerde karşımıza çıktı. Kimisi bizi 3 arkadaşımızla beraber maceralı bir ölüme bırakırken, kimisi de hikayeyi falan umursamadan, üstümüze üstümüze zombi atıp deşarj olmamızı sağladı. Zombi modu (bazılarımız için Pazartesileri olarak da bilinir), oyunların içine bile eklenen bir şey haline geldi. Dying Light ise, yıllardır süregelen bu konuyu oldukça yenilikçi bir şekilde ele aldı: “Zombileri dövün, ve parkur sporu yapın!” Dying Light 2 Stay Human incelemesi başlıyor!
Dying Light 2, ilk duyurulduğunda insanların heyecanı doğal olarak fazlaydı. Techland’in ilk oyuna olan desteği (irili ufaklı eklentilerle, hikaye paketi ile, farklı oyunları konuk ettikleri içeriklerle geçen senenin sonuna kadar oldukça uzun bir süre yeni içerik bulabiliyorduk) ve insanların buradaki deneyimi, ciddi bir beklentiye sebep olmuştu. Birkaç erteleme ile de gelse, elimizde tuttuğumuz oyun, isminin sonundaki 2’yi ne kadar hak ediyor, beraber bakalım.
Büyük Bir Açık Dünyada, Dönüşüyorum Gündüz Gece
Girişten müjdeyi vereyim, Dying Light 2, sizi önceki oyunla ilgili bir bilgiye mecbur bırakmıyor. Evet, çok ince dokunuşlar mevcut, ancak bunlar fark ettiğinizde birer ekstra oluyor. Gezgin Aiden’in hikayesini dinlediğimiz (ve oynadığımız) Dying Light 2’de, ısırılmamız sonucu, güç dengeleri aleyhimize değişiyor ve bir anda kendimizi dağı taşı aşan bir gezgin konumundan, mahalledeki yeni çocuk konumunda buluyoruz.
İlk oyundan bu yana insanoğlu virüsü aslında yenmiş. Ancak bilim insanları virüs üzerinde tehlikeli deneylere devam edip (şaşırmadık) insanlığa daha güçlü bir virüs hediye etmişler. Sağ olsunlar. Flashback’lerden anlaşıldığı kadarıyla biz de kardeşimiz Mia ile bu deneylerdeki kobaylardan biriyiz. Ancak sonradan yollarımız ayrılıyor. Burada, oyunun ana kötüsü Waltz ile de tanışıyoruz.
Ana kahramanımız Aiden, ilginç bir karakter. Gezip görmüşlüğün verdiği hafif ukala tavrı da var. Ancak bir amacı da var. O da kız kardeşini bulmak. Mia’nın peşine geldiğimiz Villedor’da kendimizi birkaç şeyin içinde buluyoruz. İlk sorunumuz, artık bir enfekteyiz. Bu da, biyogösterge bulmamız gerektiği anlamına geliyor. Villedor’da herkes enfekte ve ne zaman dönüşmeye yaklaştıklarını bu göstergeler ile anlıyorlar. Ultraviyole ve gün ışığı olmadığı her an, dönüşmeye yaklaşıyorlar. İkincisi ise, insanoğlu rahat durmuyor. Belli fikir ve güç ayrılıkları var. Biz de buradaki durumun içinde herkesin kendi safına çekmeye çalıştığı figürlerden biri gibiyiz. Üçüncüsü problemimiz ise artık enfekte olduğumuz için atlayıp zıplamaya o kadar da gücümüz yetmiyor. Ben burada bu hikâyenin her ne kadar acı verici olsa da (her anlamda) çok güzel başladığını düşünüyorum.
Atlayıp Zıplama ve Bunun Toplum Üzerine Olan Etkisi
Dying Light 2, kesinlikle ilkinin üzerine çıktığını ilk andan hissettiriyor. Evet karakterimiz ilk başta “yahu şunu da yapıver” gibi tepkilerime maruz kaldıysa da biraz palazlanınca aldığım tatmin duygusu güzeldi. Oyunun size hem karakterler hem de oyun içi ipuçlarıyla yardım etme çabası sayesinde çok erkenden olmayacak şeyler denemenizin önüne geçmesi de güzel. Örneğin gece gündüz döngüsü sadece ortamın kararmasından ibaret değil. Gece olunca dışarıda UV ışığına maruz kalmadan geçirebileceğiniz süre kısıtlı. Özellikle başlarda UV kaynağından pek uzaklaşmak istemiyorsunuz. Bu da gideceğiniz alanın yarıçapını oldukça etkiliyor. Aynı zamanda gece, evlerdeki zombiler dışarı çıktığı için, iç mekân görevlerini gece yapmanız gerekiyor. Pek tabi bu görevleri içerisi zombi kaynıyor iken gündüz de yapmayı deneyebilirsiniz, eğer hikâye bu konuda bir şey içermiyorsa oyun sizi uyarıyor, ancak karışmıyor. Karışmıyor ki, kendinizi yarısı kırık bir sopa ile 5-6 zombi ile bakışırken bulduğunuzda verdiğiniz kararları gözden geçirebilesiniz.
Özellikle ilk ana görevlerde fark edeceğiniz gibi, Dying Light 2 sizi yan unsurlara çok itmiyor. Belki göstermelik olarak birer kere yaptırıyor, ancak sonrasında yan sokakta bakkalı yiyorlarmış, eşkıyanın biri ailenin birinin istihkakına göz dikmiş bunlarla ilgilenmeseniz de pek umursamıyor. Bunları yapınca da şehrin anahtarını vermiyorlar, kaldı ki şehrin anahtarı yok. İşte eşkıyayı öldürürseniz çaldıklarını siz almış oluyorsunuz, birini kurtarırsanız da size rastgele bir şeyler veriyor. Daha sonra tekrar karşınıza zombi olarak bile çıkabilir, kaldı ki birkaç sokak gezdiğinizde fark edeceksiniz, o kurtardığınız bakkalın beresi değişik, sakalsız, sakallı ama tişörtü siyah gibi, ‘generate’ edilmiş birkaç yüz akrabası mevcut.
Dying Light 2 sizi yan unsurlara itmediği gibi ilk oyunda daha kritik olduğunu anımsadığım eşyalar burada o kadar da ön planda tutulmamış. Evet bir şeyleri geliştirmede veya oluşturmada halen birincil role sahipler fakat oyun size ana görevi ilerletmek için git 3 tane zımbırtı bul falan gibi saçma sapan şeylerle yormuyor. Sizin kafanızı başka şeylerle meşgul etmenize olanak tanıyor, bu çok güzel bir dengede bırakılmış da olsa, bir eşikten sonra siz o şehrin valisi gibi o ip senin şu merdiven benim hareketlere kalkışıyorsunuz.
Yadigâr Sopa ile Bir Nesil Dövmek
İşin en zevkli kısımlarından birine geliyorum. Üstte bahsettiğim vali hareketleri düşmanlarınıza da uygulayabiliyorsunuz. Başlangıçta uçarak tekme (yekpare şekilde hedefe doğru ayak önde gidiyoruz) at ile tanıştığınız yolda, dönen tekmeler, biraz yüksekten düşerken uçan tekmeler (burada tekmemiz de önemli bir ivmeye sahip) gibi çeşitli koreografileri deneme fırsatımız var. Tıpkı bir dövüş oyunundaki gibi bunları çok seri ve etkin şekilde kullanmanın hissi çok güzel. Ancak dövüşün bu kısmının çok sevdalısı değilseniz diye, Techland sizi de düşünüp oyuna ezici, kesici, menzilli ve fırsat silahları eklemiş. Ezici silahlar düşmanları tökezletmeye işe yarıyor. Kesici silahlar ise uzuv (özellikle de kafa) koparmak için en ideali. Menzilli silahlar ise başlarda çok yok, ancak sonradan dövüşe bir farklılık katıyor. Fırsat silahları ise mızrak ve tuğla gibi çevrenizde bulabildiğiniz tek sefer kullanımı olan silahlar oluyor. Özellikle mızrak oyunun başında çok fayda sağlıyor. Bununla beraber oyunda ateşli bir silah yok.
Düşmanlar ise çok çeşitli değil. Çeşitli olmaması ise eğlenceli olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle insanlar ile dövüşürken çok keyif aldığım yerler oldu. Zombiler ile dövüşürken ise kazananı olmayan bir savaşta gibi hissettiğim çok oldu. Özellikle de çevrede patlama gibi bir olay sonucu Ses Kaynağı uyarısı geldiğinde, demin bütün bir soy ağacını kurutmamışım gibi birkaç tane daha zombinin gelmesi çok da hoşuma gitmedi. İnsanlarda ise benzer durumlar ile karşılaşmadım. Küçük gruplar halinde efendi efendi öldüler.
Elinizdeki silahlarda bir dayanıklılık durumu var, özellikle sağdan soldan bulduğunuz sopa, masa ayağı gibi şeylerin dayanıklılığı pek yok. Oyunda ilerledikçe Askeri Konvoy veya direkt olarak görev verenlerden elde ettiğiniz çok daha sağlam ekipmanlar bulabiliyorsunuz. Her ne kadar dayanıklılığın verdiği gerginlik olsa da, ekstrem şeyler denemiyorsanız oyun sizi silah kıtlığında bırakmıyor.
Silahları bir önceki oyunda olduğu gibi yanıcı, patlayıcı, yakıcı özelleştirmeler de geliştirmeniz de mümkün. Yaygın’dan Yadigâr’a giden bir kalite skalasında, bazı silahların özelleştirme slotları bulunuyor. Yine ilk oyunda olduğu gibi, bazı yerlerden veya kişilerden elde edebildiğiniz özel silahlar da var.
Anlatılacak Hikâyeler Var
Dying Light 2, size hikâye açısından devrimsel bir yaklaşım sunmuyor. Hikâye kesinlikle kötü falan değil ama buradaki ana beklentinizin bu olmadığından emin olun. Hikâye boyunca tanıdığınız karakterlerin bazıları çok klişe, bazıları ise ilginç özelliklere sahip. Yeni bir macera anlatmasının zorluklarından biri olan karakterle bağ kurma durumunu da türdaşlarına göre nispeten uzun olan diyaloglar ve sinematikler ile çözmüşler. İşin benim beklemediğim kısmı ise bunların atmosfere fayda sağlaması.
Dying Light 2’de seçimler var. Yaptığınız seçimler ahlaki sorgulama yaratırken, bir yandan somut etkilerini de görebiliyorsunuz. Örneğin bir kontrol noktasını Peacekeeper ekibine verdiğiniz için yola mayın döşeyebiliyorlar. Buna ek olarak her ana nokta birer UV kaynağı görevi görüyor. Bu da aslında oynanabilirliği de ciddi şekilde etkiliyor.
Atmosfer dedik, açalım. Oyunun felaket sonrası senaryosunda sanat tasarımı açısından iyi iş çıkarılmış. Yıkıntılar, bitki kaplı alanlar, iç mekanlar olması gerektiği gibi. Şehirleşmenin başladığı yerlerde bile tam olarak bir sivilleşme yaşanmamış. Oyunun en başında yarı-enfekte halimizle bizi öldürmeye çalışan insanların bizi sonradan gördüğünde “yapacak bir şey yoktu, o an tehlikeydin” diye alttan almaması detayını çok sevdim.
Atmosferi bir nebze baltalayan şeylerden biri yapay zekanın saçma hareketleri ve tekrar kullanılan planlar oldu. Bir askeri konvoyun bulunduğu alanın arka kısmı ile birkaç sokak ötedeki alanın aynı olması kötü görünmesinin yanı sıra ben buraya gelmiş miydim hissine kapılmama da sebep oldu.
İyi Koşucu Ama Tekniği Nasıl
Dying Light 2, teknik performans anlamında beni çok şaşırttı. İ7 8750H, 1060 6GB ve 16GB bellekle oynadığım oyunda, düşük-orta ayarlarda 35-40FPS alabildim. Şaşırtan kısmı ise sayacı açmasam bu rakamı fark etmezdim. Bu kadar akıcı oynanışa rağmen bu farkı hissetmememi Techland nasıl sağladı bilmiyorum. Oyunu oynadığınız diskin yazma hızına bağlı olarak ilk yüklemelerde ufak takılmalar yaşamanız mümkün. Sonrasında ise benim açımdan hiçbir takılma olmadı.
Hatalar kısmında ise oyunun yamalarından sonra oynayışı bozan bir hata yok denebilecek kadar azdı. Birkaç yere takılma, can barının anlık kaybolması gibi küçük hatalar dışında pek bir şeyle karşılaşmadım.
Dying Light 2 beni memnun etti. Techland’ın söz verdiği gibi 40 saate yakın bir sürede biten oyunda, yapacak şeyler çok. Bir önceki oyunun gelişimine bakılırsa, bir süre boyunca kendisini ziyaretlerim devam edecek.