Sinema

Insidious: The Last Key Film İncelemesi

0

Nedir bu korku filmlerinden çektiğimiz arkadaş? Biri hoplatır, biri ekrana yaratık fırlatır, biri 3D olacağım derken anca jenerikleri öne çıkartır, birinde bol kan yapayım işte korksunlar falan der. Uzun zamandır senaryo kısmında bizi boşlukta bırakan korku filmleriyle boğuşuyoruz. Tabii ki sinema tarafında mantık aramak zor. Yani elimizde fantastik yapımlar var. Doğal olarak çoğu zaman hayal gücünün ürünü olan birçok film, kimi zaman boşlukları doldurma konusunda başarısız olabiliyor. Kimisi “gerçek olaylardan esinlenilmiştir” kalıbının arkasına o kadar güzel saklanıyor ki inanmayanın bile inanası geliyor. İşin özeti izlediğimiz her filmde mantık aramak yanlış. Çünkü işin arkasında olan senarist, koltuğunda emirler yağdıran yönetmen, daha gerilere giderek hikayeye yön veren insanlar: onları izleyenlerin çoğunlukla neler istediğini biliyor. Biz yani bu yazıyı okuyanlar, böyle düşünmüyoruz. Çoğunluktan ayrılmış, doğal olarak kültürün sadece popülerliğe değil de doyuruculuğa yönelmesini istiyoruz. Zaman ilerledikçe bu isteğimizin gerçekleşmeyeceğini kabul etmek gerek çünkü para buralarda değil.

Konuyu çok uzaklara gitmeden neden yukarıdaki gibi bir başlangıç yaptığımın özetine değineyim. 12 Ocak Cuma vizyona girecek olan korku, gizem ve gerilim filmi Insidious: The Last Key, ülkemizde Ruhlar Bölgesi: Son Anahtar olarak öne çıkacak. Kiminiz onu Ruhlar Bölgesi 4 diye düşünüyor ancak aslında öyle değil. Film, konu olarak Insidious ve Insidious: Chapter 2 arasında geçiyor.

Filmin senaryosu “Ruhlar Bölgesi” üçlemesinin yazarı ve üçüncü filmin yönetmeni ortak yaratıcı Leigh Whannel’e (Saw) ait. Yapımcılar ise yine Ruhlar Bölgesi üçlemesinden tanıdığımız Jason Blum (The Purge serileri, Get Out), Oren Peli (Paranormal Activity) ve ortak yaratıcı James Wan (The Conjuring, Furious 7). Yönetmen; seriye yeni eklenen isim Adam Robitel (The Taking of Deborah Logan).

Boş Senaryo

Insidious: The Last Key, serinin tanınan karakteri Elise’in (Lin Shaye) uzak geçmişini gözler önüne seriyor. Specs (Leigh Whannell) ve Tucker (Angus Sampson) ikilisi ile birlikte çeşitli paranormal olaylara açıklık getiren Elise, aslında küçüklüğünde ciddi yaralar almış bir kadındır. Babası tarafından şiddete maruz kalan Elise’in ufaklığından başlayan hikayemiz, rüyalar alemine dalan ve ruhlarla iletişime geçmeye çalışan kadının zamanlarına kadar anlatılır. Çocukluğundaki yaraları unutmuşken beklenmedik bir telefonla, acı çektiği eski evine geri dönmek zorunda kalır. Burada hem küçük kardeşinin kalbini geri kazanmak, hem de geçmişinde onun peşini bırakmayan kötü ruhla savaşmak zorundadır. Falan filan işte sonra ruhlar alemi, şeytani ruh bam güm böyle korkutuyor. Sesler böle AAAA diye geliyor, siz de korkuyorsunuz. Araya polis de giriyor bir ara, ohoo tabii ne sandınız?? Boş boş bakıyor ama böyle sorgu falan yaparken. Bizim başrol hatun diyor ki “ben özelim, böyle ruhlar falan soldan soldan gelir bana” yaaaa. Polis de “hadi canım bak sen şu işe” diyerek bırakıyor. Adam haklı napsın deli hatunu sorguda di mi? Pardon gençlik, kaptırdım kendimi galiba öhöm…

Farkındaysanız filmin detaylarıyla biraz dalga geçtim. Hani anlamayanlar için “ne yazmış bu, delirdi galiba” diye düşünmeyin. Şu an çok ciddiyim, o kadar ciddiyim ki kaşlarımı çatarak yazıyorum! Neyse yeter bu kadar geyik. Filmin konusuyla bu şekilde dalga geçtiğime bakmayın. Aslında fikir olarak oldukça orijinal olan Insidious serisini pek severim. İlk iki filmine de hayranımdır. Özellikle ikinci filmdeki sağ gösterip sol vuran konular, ruhlar aleminde geçen detaylar, filmin genel olarak parapsikolojinin nasıl bir olay olduğunu açığa çıkarması güzeldi. Serinin ana fikir aldığı astral yolculuk, beden dışı deneyimler, gerçek dünyaya geçmek isteyip yeniden bedene sahip olmak isteyen kötü güçler anlatılırken, karakterlerin özel güçleri daha etkileyici şekilde öne çıkartılıyordu. Üçüncü filmi kafamda silmişim. Nasıl bittiğini bile hatırlamıyorum, aralar kopmuş gitmiş. Insidious The Last Key, Insidious: Chapter 3 gibi Elise’in güçlerini konu alıyor ve onun karakterini tanıtıyor ancak genel olarak bakıldığında filmde sanki bitse de gitsek havası mevcut. Detaylar yeterince öne çıkamamış ve bu da izleyiciyi itebilecek konulardan biri.

Anca Kuru Gürültü Yap Zaten

Son zamanlarda “jump scare” yani “ani korku” konusunu anlamsız abartan filmlere denk geliyoruz. Mesela: başrolümüz odada sessizce ilerler, arka planda tek bir nota bile çalmaz. Derin sessizliğin ardından sadece odanın sonuna gelir ve sahne, PATA PATA PATA diye çalıştırılan akünün sesi ile bozulur. Buna da “korku filmi” derler. Insidious: The Last Key, bu şekilde saçma ani korku sahneleriyle dolu ancak bunun yanında şaşılacak derecede kimi zaman ruhların öne çıktığı sahnelerle de etkilemeyi başarıyor. Hatta filmin sonlarına doğru “vay anasını, demek bu kız aslında böyleymiş anam anam” tepkisi vermeniz de mümkün. Tabii bu tepki, harcadığınız 1 saat 20 dakikayı size geri vermeyecek. Buradaki ana fikir, filmdeki beklentinizi düşük tutmanız gerektiğidir.

Toplamda 1 saat 43 dakika süren filmin son jeneriğinin ardından herhangi bir sahne görmüyoruz. Son 5 dakikasında, ilk filmlere selam çakmaktan geri kalmayan Insidious: The Last Key, hikaye bakımından izleyiciyi doyuramıyor. Film, belli ki yenisi gelene kadar “şunu şöyle bırakalım da az oyalansınlar” kıvamında. Fikir başarılı ancak karşılaştığımız kötü ruhların arka plan hikayesinin anlatılmaması, filme tamamlanmamış izlenimi veriyor. Ortada kötü bir ruh var, Elise’in gücünün kaynağını gösterme var ancak “neden” sorusuna asla cevap yok. Bu kötü ruh kimdir, neden anahtarlarla kafayı bozmuştur, Elise’in gücü neye bağlıdır gibi sorular ne yazık ki havada kalmış. Ek olarak Specs ve Tucker karakterini bu filmde leş gibi göstermek için her şeyi yapan senariste helal olsun, daha güzel rezil edemediniz adamları. O espriler yüzünden kendimi kesecektim, az kalmıştı.

“Bir şekilde” izleyiciyi korkutmayı başaran filmimiz, yaratık modellemesi, ruhlar dünyası konusunda işini iyi yaparken, oyunculuk ve müzik konusunda geri planda kalmış. Oyunculuğun geri planda kalmasına değinmemin nedeni ise her karakterin, her şeyi çok rahat kabullenmesi. Hayalet mi o? E normal canım ne olacak tepkisi, birazcık can sıkıcı olabiliyor. Fikrin etkileyici olduğu ancak gözden kaçan birçok detay yüzünden geri planda kalan Insidious: The Last Key, bol bol karanlık sahnelerle sizi karşılayacak. Fragmandaki etkileyiciliği beklemeyin derim, bazı sahneleri zaten filmde bulamayacaksınız.

Son olarak film, mükemmel değil. Daha çok orta şeker kahve istemişsiniz ama az şekerli gelmiş, neyse içeyim bari ziyan olmasın kafasında. İyi seyirler.

Not: Baş kötü ruhumuzun modeline ve elindeki anahtarların detayına hasta oldum. Umarım onun hikayesini gelecekte öğrenebiliriz.

Jumanji: Vahşi Orman İzlemeye Değer Mi?

Ceyda Doğan Karaş
86 doğumlu. Evli, mutlu, Tauren'li. Star Wars, Doctor Who, Yu-Gi-Oh ve Blizzard delisi. 93'ten beri video oyunlarıyla fazla uğraşıyor ve hayatı onların üzerine şekilleniyor. Korku, macera, psikoloji kitap ve animelerine bayılıyor. Koyu Beşiktaş taraftarı ve cosplay organizatörü. Ayrıca cosplay, vazgeçemediği hobilerinden sadece birisi.

CES 2018 – Nvidia’nın 65 inçlik HDR Oyuncu Monitörü Tanıtıldı!

Previous article

NVIDIA, Fortnite Battle Royale İçin Yeni Game Ready Sürücüsünü Yayınladı

Next article

You may also like

More in Sinema